263 TAVUĞUNUZ AYNI GÜN ÖLSE…


Nasıl öldüğümüz nasıl yaşadığımızı gösterir
Kemal Sayar, Olmak Cesareti







Mart ayı Zonguldak için yas ayı dense yeridir. 
12 Mart 1965’de Kozlu madencilerinin hak arama direnişinde  Satılmış Tepe-Mehmet Çavdar öldürüldü.  7 Mart 1983’de Kandilli’de ise grizu patlamasında 103 madenci öldü. 3 Mart 1992’de Kozlu’da yine grizu patlamasında 263 işçi öldü.
Son iki olayın sonrasında tabutlara, cenazelere, ağlayışlara, bekleyişlere, öfkelere tanık oldum. Gazetecilik hevesiyle fotoğraf çektim, insanların kendi aralarında konuştuklarına kulak verdim, gerçeği öğrenmeye çalıştım.
“Güçlü Devlet” denilince anlaşılması gerekenin sağlık, adalet, can güvenliği değil; eli telsizli, silahlı görevliler ve onların yol verdiği çenesi düşük, cenaze törenlerinde boy gösteren gösterişli partili adamlar demek olduğunu daha iyi anladım.
Her iki olayda da anlatılan üretimin zorlanmasıyla ilgili kaygılı cümlelerdi. Devlet denen mekanizma sanki bir özel şirket gibi daha çok kömür istemiş, işçisini bu yönde özendirecek, yarıştıracak sistemi uygulamıştı.
100 işçiyi kurtarabileceği söylenen gaz maskeleri ise Kozlu’daki patlama sırasında gümrük raflarında bekliyordu. “Güçlü Devlet”  para ayırıp maskeleri işçilerin beline takamamıştı.
Kozlu’daki ölümlerden sonra yerin derinliklerinden cesetlerin tamamının çıkarılması ayları buldu. Yerin altında arkadaşlarının ölüsü varken işçiler kömür çıkarmaya devam ettiler. Sakladığım gazete kesiklerindeki fotoğraflarda görüp anımsadığım gibi: Bir banka şubesinde maaş kuyruğunda emekli ölür. Ölünün bir iki metre ötesinde banka işlemlerini sürdürür sözde-yurttaşlar. Ya da plajda bir genç boğulmuştur. Hemen yanında sözde-insanlar yüzmeye devam ederler.
263 tavuğunuz aynı gün ölse, o günü olmasa bile, o ayı aklınızdan çıkarmazsınız insan olarak.
Kendi kendime dedim ki, 3 Mart’ı unutma, sakın kaçırma !
Zaten çektiğimiz fotoğraflar biz fotoğrafçıların  peşini bırakmaz.
Kendime yaptığım bu uyarının ötekine berikine acıma duygusu ile hiç bağlantısı yok.
Tersine şöyle bir toplumsal bağlantısı var: 
1- Ruhsal bütünlüğümüzü korumak için ölümlü olduğumuzu unutmamak,
2 - Bu toplu kıyıma neden olanların (en tepeden başlayarak) fotoğraf sanatı ile de olsa peşini bırakmamak
3 - Beden ve düşünce emeğine, emeklerimize saygımızı yitirmemek 
4 - Kapitalist Türkiye’yi çekip çeviren medya şebekesinin ölümleri, nedenlerinden koparıp değersizleştirmesine kanmamak.
Peki, büyük madenci grevinde Ankara yollarına düşen “Emeğin Başkenti” Kozlu Grizu ölümlerinden sonra ne yaptı dersiniz?
İşçilerin sendikası ve devleti; kentin ortasında bir cenaze töreni düzenlemekten kaçındı. Cenazeler kamyonetlere konup kaçırılırcasına köylerinin yoluna postalandı. Devletin bolca dağıttığı kan parası ile bazı dini bol, sözde-kutsal aile yeniden yapılandı, yozlaştı. Cesetlerin bir bölümü yer altında dururken kent halkı, iki-üç ay sonra şehir stadında yapılan Hülya Avşar ve öteki sanatçı arkadaşlarının konserinde coştu. Tepeden tırnağa "laik, çağdaş, bilimsel bilirkişiler" mahkemeye “grizu kaçınılmazdı” raporu sundular. Duruşmalar, kentin meşhur içkili lokallerinin dört masası kadar izleyici bulamadı.
1875den bu yana Zonguldak Kömür Üretim Havzası’nda ölen işçiler adına 2003 yılında liman arkasında bir anıt yapıldı. Havzada ölen, kimlikleri belirlenen dört bine yakın madencinin isminin yazılı olduğu plaketler yerleştirildi siyah mermer duvar üzerine.
Bakımsızlık, korumasızlık, kalitesiz malzeme kullanılması nedeniyle plaketlerin çoğu paslandı, kayboldu. Yedi ay önce anıt bakıma alındı, tüm isimler söküldü yenileri yerleştirilmeye başlandı. Daha başlangıcında çalışma nedense durdu. Bu kez, PVC’den yapılmış yeni isim levhaları da leke tutmaya başladı, kimi şimdiden düştü. 
Cumhuriyet tarihinin önemli, saygın enerji ve kültür kenti Zonguldak’ı  çekip çevirenler, “şehit” vurgusu ile yüceltilen madencinin ismini sağlam bir malzemeye, mermere yazmak için paraya kıyamıyor şimdi. 3 Mart 2010’da bu döküntü anıtın önünde tören yapılacak, nutuk atılacak yine.

  İbrahim Akyürek